Ma’rûf (2 Cild)

Künye

Yayınevi: Müşahid Yayınevi

Baskı: 2018 Bursa

(Mekûbât-ı Ma’rûf – Bedir Yayınevi – 2001
Ma’rûf – Bedir Yayınevi – 2005
Ma’rûf 2 – Kutupyıldızı Yayınları – 2011)

Editör: Şinasi Kara

Kapak: Yusuf Akşamoğlu

ISBN: 978-606-84703-5-4

Sayfa Sayısı: 1120

Cilt Tipi: Ciltli

Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı

 

Akıl ve ahlakını İslam‟la tehdit, nefsini imanla te‟dip edenler cennete müstahaktır. Aksi olanda da ne akıl ne ahlak vardır. Akıl ve ahlaktan uzak nefisler hayvanî hayatın kör bataklığındaki kütükten farksızdır. Bunlara da cehennem müstahaktır. Her hak sahibine hakkını vermek Rahmân‟ın Hakkıdır.

Allah’a hamd olsun. İlim ve hidayet rehberi olarak gönderdiği elçilerine selâm olsun. Özellikle Sonuncusuna selâm ve salâtın tamamı olsun.

 

Muhammedî yolun bin bir türlü engellerle tıkatılmaya çalışıldığı günlerin girdabındayız. Bu girdap içinde bizler bir çöp kadar hafif ve hacimsiz kalırsak, denizin dibini boylamaktan başka akıbete varamayız. Bir çöp değil, bir gemi olmalıyız ki ne girdap ne hortum ne med cezir ne tusunami bizi kollarına alıp hebâ etmesin. Yalnız bir etiketle Müslüman olduğunu bilen kişi, bilmeli ki dünya denizinde bir konserve kutusundan farksızdır. Boşaltılmış konserve kutusu, denizin sahilinde bir çöp görüntüsünden başka bir şey değildir.

 

Bir gemi bilincinde olmak, müşrik, câhil ve ehl-i kitâb münkirlerinin istihzâ torpidolarına karşı azimle durmak, şimdiki ifadesiyle kendinden emin bir duruş sergilemek, gerçekten çetin bir mücâhede gerektirir. Bunun çetinliğini bilmeyen, mücâhedeyi bırakmış, Muhammedî yoldan sapmış, denizin yakamozlarına kendini bırakmış demektir. Bunlar için, Hakk Teâlâ Tekaddes Hazretlerinin şu Kelâm-ı Kadim’i yeterlidir: “Allah de, sonra bırak onları daldıkları batakta oynayıp dursunlar.” Daldığı bataktan zevk alan ve zevkini gerçek sanan muhâsebe, muhâkeme ve mücâhededen yoksun olanlara bu Âyet-i Kerîm’e yeterlidir. Onlar, bataklığı yakamoz zannetmekte. Gerçekte yakamoz, ışığın kırılıp suya yansımasından ibarettir. Yıllar önce, gençliğimin ilk devresinde söylediğim bir şiir: Sizler iki yalancı, iki sahtekâr / Kaç gemiyi boğdunuz, söyleyin denizde / Hangi âşığınıza sâdık, vefalı yâr… / Nice ocaklar söndü, söndü sayenizde / Sen hayalsin, titreşen cilveli yakamoz / Ve sen, arzusun fırtına, ey kart cadaloz!

 

Arzunun istikâmetinde hayat sürenlerin hakikat zannettikleri ışık, yakamozdur. Balıkların ağa takılıp hürriyetinden gafi olduğu an, ay ışığının suda yakamoz oluşturup balıkları zevk ve neşeye sürdüğü andır. Eşref-i mahlûkat olan biz insanların da günaha saptığı an, gaflet anıdır. Gaflet dahi haktan uzaklaşıp arzuya tâbi olduğumuz anda oluşur. Arzular, nefsanî istek ve iştihâların genel adıdır.

 

İki türlü istek vardır ki, insan bedenini sevk ve idare eder. Biri nefsânî, diğeri rûhânî istek. Kalb gemisi, bu iki isteğin istikâmetiyle bedeni hareket ettirir. İstek, Arapça orijinal ıstılahında irâde olarak dile getirilir. Hem rûhî hem nefsî istekler Hakk Teâlâ Tekaddes Hazretlerinin isteğine tâbidir. Hiçbir mahlûkun isteği, o küllî isteğin dışına çıkamaz. Çıkması, hem naklen hem aklen câiz değildir. Çıkabileceğini vehmetmek, aklı karanlığa, kalbi küfre çevirmektir. Hal böyle iken, aklı olana düşen, nefsânî isteklerini küllî istek içerisine tâbi ettirmektir. Evet, Hakk Teâlâ Tekaddes Hazretlerinin isteği bütün istekleri sarmalamışken, nefsânî isteği ile Hakk Teâlâ Tekaddes Hazretlerine muhalefet etmek, O’nun küllî isteğine uymamak, ahmaklıktır. Ahmaklık ki ne büyük ahmaklık… Karşılığında ebedî hayat olan bir alışverişte ebedî hayata sırtını dönmek, onu kabullenmemek için sağır ve kör olmak gerekir. Zaten, Hakk Teâlâ Kur’an-ı Mübin’de böyle ahmaklar için: “ Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; artık dönmezler.” buyurmaktadır.